Alman filozof Jürgen Habermas son açıklamasında, “Ukrayna istemese bile Batı’nın, Rusya ile müzakereler için inisiyatif alması” gerektiğine vurgu yaptı.

Frankfurt Okulu’nun düşünürü Habermas “Müzakereler için Savunma” başlıklı metinde, Batı’nın Ukrayna’daki hedeflerinin süregiden belirsizliğine dikkat çekerken Ukrayna’ya yönelik silah desteğinin amacının “Ukrayna’nın kaybetmemesi mi, yoksa Rusya’ya karşı zafer mi” olduğu sorusunun yanıtını hâlâ bulamadığının altını çiziyor.

Batı’nın bu noktada yaşadığı belirsizliğin Kremlin yönetimi tarafından “gerçek amacın Rusya’da rejim değişikliği” şeklinde algılandığını ifade eden Habermas, söz konusu “zafer” perspektifinin dünyayı “uyurgezer gibi, üçüncü dünya savaşının kıyısına” getirdiğini vurguluyor.

Habermas, Batı’nın amacının “Rusya’ya karşı zafer” değil, müzakerelerin başlatılması olduğuna işaret ediyor ve kendisi açısından önemli olanın “müzakerelerin çatışma önleyici niteliği” olduğunu açıklıyor.

Filozof Habermas’ın bu müzakere çağrısına dair tepkiler çok geçmeden gelmeye başladı.

Bir görüş Habermas’ın argümanını “Doğu Avrupa cehaletine” bağlarken  bir diğeri de filozofun “yanıt veremediği soruları” gündeme getiriyor.

Habermas, Mayıs 2022’de de “Almanya’nın Ukrayna’ya silah göndermemesinde haklı olduğunu” belirttiği için “Almanya’nın sözde entelektüeli” olmakla itham edilmişti.

Bu tepkiler anti-entelektüalizmin, eleştirel bakışı küçümsemenin sadece Türkiye’ye has olmadığını, çağın küresel niteliğine dönüştüğünü de gösteriyor.

Bununla birlikte söz konusu tepki ve ithamlar Habermas’ın “medyanın sadece ‘zafer’ retoriğiyle hareket ettiği” iddiasını doğrular gibi görünse de Batı’nın Ukrayna’daki tutumuna temkinli yaklaşan bir grup daha var: Amerikan muhafazakârları.

Ukrayna’ya yönelik desteğin yoğunluğu altında gözden kaçan bir makale Batı’nın “Üçüncü Roma’nın düşüşü” hususunda uyarıyor.

Bu uyarının kaynağında da ABD Başkanı Joe Biden’ın “zayıflamış bir Rusya” çağrısı yer alıyor. Makaleye göre bu çağrı Rusya’da rejim değişikliğini açığa vuran “doğaçlama” bir ifade.

Bir yandan da bu, Habermas’ın müzakere çağrısının bir yıl öncesinden meşrulaştırılması gibi.

Makale pek çok analistin “Üçüncü Roma olan Rus İmparatorluğu’nun 1917’de sona erdiğine” inandığını belirterek Ukrayna’ya yönelik saldırının da “Sovyet sonrası Rusya’nın son bir hamle yapmasından başka bir şey olmadığı” şeklindeki ana akım görüşe işaret ediyor.

Ana akım Batılı görüşün eleştiriye tabi tutulduğu makale “ciddiye alınması gereken bir olasılığa” işaret ediyor:

“Sovyetler Birliği’nin sonrasında değiliz, bunun yerine hala Üçüncü Roma’nın son günlerinde bulunuyoruz. Ancak bu bakış, siyasi yelpazenin her tarafındaki büyük Batılı politika yapıcıların radarı altında uçup gitti ve dikkati hak ediyor, çünkü bu mercekten bakıldığında son tarihsel olaylar farklı bir renk alıyor”.

Makalenin sunduğu mercekten bakıldığında “Sovyetler Birliği, bir grup radikalin, bilerek ya da bilmeyerek, Rus emperyal büyüklüğünü diriltmek için son bir girişim”.

Dolayısıyla makale, Batı’da hâkim olan görüşün tam aksine Ukrayna’daki savaşı, “yarım yüzyıl süren bir diktatörlüğün değil, yaklaşık beş yıl süren bir imparatorluğun alacakaranlık mücadelesi” olarak görüyor.

Bu perspektifi temel alan makale Batı’yı uyarıyor:

“Batı, Rusya Federasyonu’nu istikrarsızlaştırmaya veya yok etmeye çalışırken dikkatli olmalıdır. Batı, başarısız bir komünist deneyin ardından gelen sonuçları sona erdirmeyi arzulamak şöyle dursun, istemeden de olsa yarım bin yıllık Rus İmparatorluğu’nu sona erdirmeye çalışıyor olabilir”.

Makale, Rusya’yı zayıflatma hususunda Batı’yı uyarırken ABD eski Dışişleri Bakanı Henry Kissinger’ın da benzer bir tutum aldığına değiniyor:

“Ukraynalılar savaşta gösterdikleri kahramanlıkla Avrupa’da ve genel olarak dünyada denge için bilgelikle eşleştirmeli”.

Sovyetler Birliği, Vladimir Putin ve Palaiologos Hanedanı

Makalenin ilginç bir yanı da kurduğu tarihsel analoji.

Sovyetler Birliği bu anlatımda “yeni bir devlet” olarak görülmüyor. Aksine Sovyetler Birliği’ni, 1204’te Venedikliler tarafından da desteklenen Latin istilasının ardından Bizans’ı, yani İkinci Roma’yı tekrar var eden Palaiologos hanedanının restorasyon girişimiyle bir tutuyor.

Tıpkı istila sonucu kurulup Latin İmparatorluğu olarak adlandırılan ve 1261 yılına kadar varlığını sürdüren bu küçük devletin, Palaiologos hanedanı tarafından yıkılıp Bizans’ı restore etmesinde olduğu gibi SSCB de Rus emperyal devletinin restorasyonuydu.

Makalenin aktardığı analojiyle göre Stalin, Latin istilasının hemen öncesinde Bizans’ı eski kudretli ve güçlü günlerine götüren İmparator Alexios I Komnenos’dur.

Putin ise Latin istilasına tekabül eden “neoliberal istila” sonrası Rusya’yı, yani Üçüncü Roma’yı eski günlerine götürmeye çalışan Palaiologos hanedanı üyesidir.

Makale şu uyarıyı da yapıyor:

“Bu analoji veya karşılaştırma yoluyla Rusya’nın eylemlerini haklı çıkarmak için tasarlanmamıştır. Bunun yerine, şu anda ortaya çıkan olayların, Sovyetler Birliği’nin 1991’de sona ermesinden çok önce başlayan gerilimlerin sonucu olduğunun anlaşılmasının kritik önemine dikkat çekilmek amaçlanmaktadır”.

Bu yanıyla makale Batılı politik karar vericileri “defalarca denenmiş yolu denememeye” çağırıyor.

Hem Habermas hem de Amerikalı Muhafazakârlar, ana akımın duyurmadığı bir perspektif ve tarihsel anlatı ortaya koyuyor.

En azından ana akım söylem ve anlatılara boğulduğumuz bir çağda, farklı perspektif ve radikal çıkışların daha fazla ölümü ve yıkımı engelleyebileceğini göz önünde bulundurmamız gerekir.

ADEM YILMAZ

Bir Cevap Yazın

Trending

%d blogcu bunu beğendi: